19 Haziran 2014 Perşembe

Tarih ve Objektifliği Hakkında

      



     Tarih Nedir ? 

     Öncelikle sormamız gereken sorunun bu olduğunu düşünüyorum ; çünkü tarih boyunca kişi veya  kurumlar tarafından tarihin ne olduğu , tarihçinin nasıl olması gerektiği çeşitli tezlerle , farklı  düşüncelerle açıklanmaya çalışılmıştır.  Bizim eğitim sistemimizde lisede tarih ders kitaplarında  yıllardır değişmeyen tanıma göre :

   " Geçmişte yaşamış insan topluluklarının kültürlerini , medeniyetlerini , birbirleriyle olan ilişkilerini
    ( savaş,barış,ticaret vs ), belgelere dayanarak , neden -sonuç ilişkisi içinde yer ve zaman göstererek,   objektif (tarafsız) olarak inceleyen bir sosyal bilim dalıdır . "   

     Tarihten günümüze  değin gelen birtakım belgeler, tarihi eserler vs  tarihçiler tarafından  1. kaynak  ve 2.kaynak  olmak  üzere  iki sınıfta incelenmiştir.

     1. Elden  Tarihi Kaynaklar  : 

     Tarihi  olayın  geçtiği  döneme  ait  her türlü bulgudur. Yaşanılan  dönemin  koşullarını  bize tüm  berraklığıyla yansıtıp ,  toplumun ön yargılarını pek fazla içermeyen ve yorumlanmayı bekleyen kaynak eserleridir  :  Para , çanak-  çömlek , kılıç , kılık -kıyafetler , mimari , mezar taşları ve bunun gibileri ..

     2. Elden Tarihi Kaynaklar  :  

      Olayın geçtiği döneme yakın ya da  o dönemin kaynaklarından yararlanılarak , dönemin  ön yargılarını da içerebilen  tarihi eserlerdir  : Evliya Çelebi Seyahatnamesi , Tarih Kitapları , Hatıratlar ..

     

  

    Tarih  Yazımında  Objektiflik  Mümkün Müdür  ? 

    Geçmişte meydana gelen bir takım olayları tarihe yazılı vesikalarla  not eden tarihçilerin de gerek kendilerine göre bir hayat felsefesi olduğu için gerekte  bazen iktidara  yakın oldukları için tarihi yansıtış  şekillerinde farklılıklar gözlemlenebiliyor.. 

 
  Cemil  Meriç ; * Sosyoloji Notları * adlı kitabında şöyle der  :

    " Fransız İhtilali (1789 ) 'nin  gerçekleştiği  dönem hakkında  Fransız tarihçileri olan ; Michelet , Bonald , Maistre  ve Taine  aynı   vesikalardan birbirine taban tabana  zıt neticeler çıkarırlar. Michelet , ihtilali tüm sıcaklığıyla yansıtırken ; Bonalt  ve Maistre'ye  sorarsanız şeytanın eseridir . " 

  Yine aynı kitabında ;
 " Osmanlı'da bir kapı kuludur tarihçi "  diyerek tarihçinin dönemin koşulları içinde  ne derece özgür olduğunu sorgular .
     
    Cemil Meriç ; bunun yanında tarihte relative (görecelik) olduğunu, tarihe bakış açılarında farklılıklar yaşandığını  ve herkesin  geçmişin aynasında kendisini görmek istediğini söylemiştir... 
   
  
    Peki  ne  yapılabilir  ?  

    Tarihi yazan kişinin tarihine bakmalıyız . Tarihçinin karakteri önemli bir husustur. Çıkarcı  ve çelişkili bir  düşünce  yapısına sahip bir  tarihçinin belgeleri  titizlikle incelenmelidir.
     Ayrıca ;  geçmişten günümüze  gelen tarih kitapları ,  kutsal kitap değildirler; günümüz  tarihçinin  asıl görevi   onu araştırıp ,  sorgulamaktır.. 

   Tarihçi ;  yaşadığı  dönemin  fotografını çeken kişi gibidir adeta; ama  fotograf makinesinin                 * objektifi*  de onu tutana göre lens değiştirir. Aynı tablo farklı açılardan ele alınabilir .. 
  
  Can Dündar ' a  göre  ise ; 
   


   Şunu bilmek  gerekir ki ; 

   Roma'nın tarih sayfasından * Hannibal *   ,
   İspanyol  seyyahların hatıratlarından * Kızıldereliler * hakkında ne derece objektif bilgiler alabiliriz ? 

   Peki  ne yapalım ? Geçmişi çöpe mi atalım , yaşanmamış gibi rol mü yapalım ?  Belli bir ideolojiye göre  insanların çerçevesini çizdiği ve kişinin ideolojisine yakın olduğu bir takım  İzm'lerle ( Komünizm , Faşizm, Liberalizm, Hümanizm .. ) mi  tarihi yorumlayalım ?      
  Bana  göre ;  geçmişte meydana gelmiş bir takım tarihi olaylardan  3 temel şekilde  bilgiyi alıyor ve yorumluyoruz   :

    A  Grubu İnsanı   :   " Geçmiş hakkında  çeşitli vesikalar , tarihi eserlerle günümüze gelen tarihi bilgiler ; sorgulanamaz şekilde  doğrudur. Kabul edilmelidir. "  

    B Grubu  İnsanı    :    "  ** Geçmiş kazananların palavralarıdır !  **  anlayışıyla geçmişten günümüze gelen tüm bilgileri ,tarihi eserleri ,  tarihi vesikaları    ret etmek .. " 



 Not  :
 
 Biz insanlar ; nedendir tam bilinmez , belki de en kolay yolu seçtiğimizden midir nedir , her ne konuda olursa olsun , ** GENELLEME ** yapmayı çok severiz . Tarihi meseleler hakkında da  sık sık  yapılan genellemeler , bir çok kez tarih biliminin  ilerlemesine ket vurmaktadır.

    C  Grubu İnsanı   :   " Geçmişten günümüze gelen tarihi vesikalardaki bilgiler , her ne kadar bazen dönemin ön yargılarını içerse de , geçmişte meydana gelen  olaylar hakkında  bize dolaylı ya da  dolaysız bir çok bilgi vermektedir. Ayrıca , kurunun yanında yaşı yakmak ,bir  yanlışı görüp yanındaki doğruları da tümden çöpe atmak adil bir davranış mıdır ? Sorgulayıcı bir şekilde tarih literatürü analiz edilmelidir. "

     Sizce tarih bir bilim ( sosyal bilim ) olarak hangi grubu  tercih  eder ?   Evet  , C grubunu ..
Her ne kadar  * C Grubu Tarihsel Bakışı *  insana  daha mantıklı gelse de , günlük hayatta  tarih tartışmalarında genellikle  ;  * A Grubu * ile * B Grubu * insanı sonuçsuz tarih  tartışmalar içine girmektedirler.          
                                     (* A Grubu *   ve  * B Grubu *   İnsanı Tarih Tartışmaları )


  Peki  tarihçi  nasıl olmalıdır ? 
 Tarihin , bir ilim ve sosyal bilim olma yolunda  daha başarılı bir yol izlemesi için ,tarihçilere de bazı görevler düşmektedir . Tarihçi ; istikrarlı , araştırmacı , adil ,dürüst  , antipolitik  ve empati duygusu gelişmiş ,mukayeseli bir akla sahip olmalıdır.
                                 


Küçük Bir Değerlendirme   :            

 " Tarih kazananların palavralarından ibarettir  !  "   

algısıyla tarihin günümüze ulaşmış tüm bilgilerini  ret eden bazı kişilerin,

her hangi bir haksızlığa uğradığında , bazen  ;

" Tarih , bu yaptığınızı  asla   affetmeyecektir  ! "    

gibi  devasal sloganlara başvurması  nasıl bir ironidir sizce ?  



                
Saygılarla ..



17 Haziran 2014 Salı

Edirne'nin Tarihi

     
    Trakya Tarihi / Uscuduma / Hadrianapolis/ Edirne

        Trakya  Tarihi    :

       Trakya  ismi  nereden  geliyor  ?
 Trakya ;   bölgede  uzun  yıllar varlığını  göstermiş  olan  Trak kabilelerinden  ismini almıştır. Tarihin babası  olarak bilinen  Herodot  Traklar  hakkında şöyle der :

       " Hindulardan sonra  dünyanın  en  kalabalık olanları Trak'lardır .Bir tek adamın ya da tek iradeyle hareket etseler , hiç  yenilmez ve bence, ulusların en güçlüsü ve en kalabalığı olurlardı ."

 Coğrafi  olarak ; Türkiye , Bulgaristan ve Yunanistan bölgelerinde Antikçağ'dan itibaren  varlıklarını  sürdürmüş  olan Trakların  birçok  farklı  bölgede kabileleri olup  , Edirne'nin çevresinde  varlığını  sürdürdüğü  kabilenin  ismi ise :  Bettegeriler 'dir. Ayrıca  Traklar  döneminde Edirne'nin adı  *Uscuduma* olarak  geçmektedir.

  Yine Tarihçi Herodot'tan edindiğimiz  bilgilere  göre Traklar  savaşçı bir topluluktu  ve atı savaşta  çok iyi kullanıyorlardı. Gerek Antikçağ'da Büyük İskender'e olsun  gerek daha sonrasında Roma İmparatorluğu'nda ücretli  olarak  askerlik yapmışlardır.

 
   Bugünse Traklardan günümüze  kalan neredeyse  tek  şey ; mezar taşları olan Timülüslerdir. Savaşçı kabile  oldukları  için  Antik Yunan gibi gerisinde  heykeller,,şiirler, sanat eserleri bırakamamışlardır.

     Roma  Döneminde  Bölge  :

     Roma  döneminde İmparator Hadrian  döneminde MS 123-124 tarihlerinde yapılan  seferlerle bölge Romalılar tarafından ele  geçirilir ve artık orası bir Roma İmparatorluğunun parçasıdır. Roma İmparatorluğu'nun 375 yılında Doğu ve Batı olmak üzere 2 'ye ayrılmasıyla , Edirne Doğu Roma ( Bizans) İmparatorluğu'nun bir parçası olarak devam etmiştir.

    Bilindiği gibi eski dönemlerde imparatorlar yeni  fethettikleri yerlerde bir  şehir  kurunca oranın  ismi genelde kendi adıyla  anılırdı. Eski Yunan'da  * Polis * şehir  anlamına  geliyordu. İmparator Hadrian'ın da  MS 123 yılında  bu topraklarda kurduğu  şehre kendi  adıyla  anılan  ** Hadrianapolis ( Hadrian'ın şehri )**  ismi  verilmiştir.

      Edirne İsmi  Nereden  Geliyor  ?

      Eski Çağlarda İmparatorların bir yeri  fethettiklerinde  orada  yeni bir  şehir kurmuşlarsa  orası  genellikle  feth  eden  kralın  adıyla  anılması  için  onun  ismi  verilirdi. Tıpkı ;
      İskenderiyye ( İskender'in şehri )
      Konstantiniyye ( Konstantin'in şehri )  gibi ..

    Bunun  içinde MS 123-124 tarihlerinde de Roma İmparatorlu Hadrian'ın burada kendi  adıyla anılan şehri:  Hadrianpolis'i ( Hadrian'ın şehri) ni  kurmuştur. Zaman  içinde  Hadrian ismi bölge halkı  tarafından farklı  şekillerde  teleffuz  edilmeye başlanmasıyla Edirne isminin  evrimi tamamlanacaktır.Yukarıdaki haritada da  gördüğünüz  gibi ilk  önceleri Hadrianapolis, sonra Adrianople (Kralın isminin baş harfi olan " H" harfi zamanla  düşecektir , bu    belki de Trakya şivesiyle de bir bağlantısı olabilir  , araştırılmalıdır.) Edrinople , Edrina   ve  son olarakta 17.  yy'dan  sonra Osmanlı toplumunda  " Edirne " ismi  haline  gelecektir.

   

     Edirne'nin tarihi  yıllarca eğitim  müfredatlarında 1361  olarak geçmektedir.Lakin ;
     Edirne şehri'nin  Osmanlılar tarafından feth  edildiği  tarih zaman zaman  tartışmalara  açık         olmuştur.
     Bugar tarihçi Alexandır Burmov şehrin 1371 Çirmen seferinden sonra feth edildiğini söylese de  Prof. Dr Halil İnalcık bu tezin sağlam delillere dayanmadığı söylemektedir.
     Yine tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya  göre de  şehir 1363-1365 tarihleri arasında feth edilmiştir.  Sonuç  olarak  1360 küsür  yıllarda Edirne Osmanlı toprağı haline  gelmiştir diyebiliriz.

     Osmanlı padişahı I. Murat ile Osmanlı toprağı haline gelen Edirne ,  II. Murat   zamanında şehir Türk-İslam  şehri halini almaya başlamış; camiler ,medreseler ,darüşşifalar , köprüler  yapılmıştır.

                                              ( Muradiye Camii  II. Murat  /  1435   )
                                             

II. Murat zamanında  açılan camiler ,medreselerin yanında bir de  o  dönem yapılan bir köprü  vardır ki
 ** DÜNYANIN EN UZUN TARİHİ TAŞ KÖPRÜSÜ **  olma özelliğini kazanmıştır.
 Köprünün  adı : Ergene Köprüsü'dür. Ayrıca ; Edirne'nin * Uzunköprü * ilçesine adını vermiştir.


   Osmanlı'nın  Balkanlara  karşı düzenleyeceği seferlerde ordunun  karşı  tarafa geçmesini  engelleyen Ergene Nehri vardı . Bunun  üzerine II.Murat tarafından bu nehrin  üzerine köprü  inşa  edilir. 174 kemerden  oluşan  bu  köprü tarihsel süreçteki  bazı aşınmalara  rağmen halen dünyanın en uzun  taş köprüsü olma özelliğini  taşımaktadır.

  II. Murat ; Edirne şehrini  inşa ederken , ileride dünya siyasi tarihini değiştirecek  ve tarihe ismini altın  harflerle  yazdıracak  olan   * Mehmet * isimli bir çocuğu Edirne Sarayı'nda dünyaya  gelir ki ona  ileride Fatih Sultan Mehmet denecektir.


                                    FATİH  SULTAN MEHMET   EDİRNELİ'YDİ

    Fatih Sultan Mehmet ;  1432  yılında  Edirne'de  doğmuştur.  Her ne kadar  tarih kitaplarına çok  fazla  yansımasa da Fatih'in çocukluğunu geçirdiği , oyunlarını  oynadığı , büyüdüğü , eğitim aldığı  şehir  : Edirne'dir


      Yukarı da ; Fatih'in  İstanbul'un fethi esnasında gemileri karadan yürütüşünün mizahi bir şekilde  genç  yaşlardan  itibaren  düşündüğünü tasvir  eden bir  karikatürdür.

                           
                                     İSTANBUL'UN   FETHİ  EDİRNE'DEN  BAŞLAR ..

   Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmed Han'ın Edirneli olması, fethin sefer hazırlıklarının Edirne'de yapılması, hatta İstanbul'un fethinde önemli rol oynayan topların Edirne'de dökülmesi bilgileri maalesef  çok  ön  plana çıkmamış ve çok az insan  tarafından bilinmiştir.
   


      
    İstanbul'un   fethi  için  Edirne'de  * Şahi * adı  verilen  600-700 kilo ağırlıkta  büyük  bir top  dökülmüştür  . Bu  top patlayacağı  zaman kilometrelerce uzaktan duyulabilecekti. Bu korkunç topun ilk tatbikatları  yapılacağı  sırada  Fatih ; Edirne'de  haberi olamayanların  dilleri tutulmasın diye , hamile kadınlar çocuklarını  düşürmesin  diye , daha evvelinden  Edirne'de bütün  halka tellallar vasıtasıyla topun atılacağı zamanı ilan ettiği  ve  bu  muazzam  topun Edirne'den İstanbul'a 50 çift  manda  ile 2 ayda götürüldüğü  tarih kitaplarından günümüze  değin gelmiştir.


          Mimar Sinan'ın Ustalık Eseri : Selimiye Camii  

                        

       16.yy'da Edirne 'sinde  ;    Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II.Selim dönemin usta mimarlarından Sinan'a  1568 - 1574  tarihleri  arasında yaptırdığı   ve  Mimar  Sinan'ında  " Ustalık Eserim " dediği tarihi camidir. 


     
        Edirne ;  Osmanlı devleti'ne  90  küsür  yıl  başkentlik  yapmış  bir şehirdir, yani Osmanlı'nın en ihtişamlı  olduğu  dönemlerde ,  dünyanın en  büyük  devletlerinden biri olan  Osmanlı'yla beraber bir dönem dünya,  başkent Edirne'den  yönetiliyordu. Bu şehirde  birçok şehzade  doğmuş , bir çok  işinin  ehli devlet  adamları çıkmıştır. 

     
                                                            ( Edirne Vilayeti Haritası )

         
              17. yy'da   Edirne ;  IV. Mehmet zamanında  , İstanbul'a rağmen  siyasi  bir merkez  haline geldi. Padişah IV. Mehmet vaktinin  büyük bir kısmını  bu  şehirde geçirir , elçilerini burada kabul eder ve çok  sevdiği  av merakını da  burada giderirdi.

               Yine  17. yy'ın   önemli  simalarından seyyah Evliya Çelebi'nin  , dönemin Edirne'sinin  sağlık sistemi   hakkında   söyledikleri  bugün  Beyazıd Darüşşifasına giriş kısmındaki tabela da yazmaktadır.
       
           

            18 .yy 'da  Edirne   ; çeşitli  siyasi  bunalımlara  şahitlik etmiştir . Bunların en önemlisi de   1703 yılında gerçekleşen  * Edirne Vakası* dır.  Muhaliflerin isyan edip dönemin  padişahı  II. Mustafa'yı  tahttan  indirip , III. Ahmet'i tahta çıkarmasıyla ve birçok devlet  adamının öldürülmesiyle  sonuçlanan  siyasi bir krizdir. II.Mustafa'nın  şeyhülislamı olan Feyzullah Efendi'yi  ise  isyancılar  öldürerek cesedini Tunca nehrine  atmışlardır.III. Ahmet'in 1703'te tahta  geçmesiyle  birlikte  Edirne'nin  fiili olarak başkentliği de  ortadan  kalkmıştır.

  
          19 yy' da  Edirne ;  Osmanlı'nın  en  ihtişamlı  dönemlerine  şahitlik  ettiği  gibi , devletin en sıkıntılı  dönemlerine de  şahitlik  ettmiştir.  Bu  anlardan  biri de ; Osmanlı'nın Edirne'de  Rusya  ile  yaptığı  1829  tarihinde imzalanan Edirne Antlaşmasıdır. Bu antlaşmayla birlikte Osmanlı'dan ilk defa bir  millet ( Yunan ) bağımsız  olmuştur. 

    

                                    ( 1829 Edirne Antlaşması Sonunda Rusların Selimiye Camii figürlü bastırdığı para )

        Edirne antlaşması (1829 )  sonucunda  ;
     
      ( 1)    Yunanistan'a  bağımsızlık  verilecek
      ( 2)    Eflak , Boğdan  ve Sırbistan'a  özerklik  verilecek 
      ( 3)    Osmanlı ;  Rusya'ya  savaş  tazminatı  ödeyecek 
  
       gibi  maddelerin  bulunduğu antlaşmayı  imzalamak  zorunda  kalan Osmanlı ,  bundan sonra  meydana gelecek  olan problemleri nasıl çözmesi gerektiğini  düşünmeye başlamıştır. 

      
                                             
     93 Harbi ( 1877-1878 ) Savaşı Sonrası Edirne :
    
   Osmanlı'nın  Balkanlarda Rusya'ya  karşı  aldığı  ağır hezimet  neticesinde , kaybettiği  topraklarda  yaşayan müslüman  ahali Osmanlı  topraklarına  göç etmek zorunda  kalmıştır.Özellikle  Bulgaristan'dan  büyük göçler alan Osmanlı göçmenleri ,      Bulgaristan'ın  hemen  sınırındaki şehre Edirne'ye yerleştirilmişlerdir.

Bulgaristan  üzerinden  büyük  göçler  alan Edirne 'nin   sosyo- ekonomik  yapısında  büyük değişimler   gözlenmiştir.


     20 yy 'da  Edirne  ;   bu  dönem bölgenin  yaşadığı  en  büyük  sıkıntılar  1912-1913  yıllarında  meydana  gelen Balkan Savaşlarıdır. 1. Balkan savaşı sonucunda Osmanlı  toprağı  olmaktan çıkan Edirne , II. Balkan savaşı  neticesinde  yeniden Osmanlı toprağı  haline  gelmişse de  şehir bu savaşlar  esnasında  harap olmuş , sosyo-ekonomik kargaşa baş göstermiştir. Binlerce insan  hayatta  kalabilmek için  zorunlu  olarak  göç  etmişleridr.

    
            Balkan  savaşları  esnasında  şehri  5 ay   5  gün   boyunca  muhafaza eden   komutan  Şükür Paşa ,  Edirne  denince  bilinmesi  gereken  öncül  isimlerden  biridir.  Kendisinin  naaşı kendisinin  ve  ailesinin  isteği  üzerine  Edirne'ye  defnedilmiştir. 
           




 Balkan  savaşları  esnasında ekonominin de  çok  kötü olması  dolayısıyla , savaşan askerin dahi  hayatta kalabilmesi için temel  besin  kaynaklarında  dahi sıkıntısı yaşanmıştır. Özellikle  ekmek yapımı için gereken buğdayın  tükenmesiyle Balkan savaşları esnasında Edirne bölgesindeki gerek asker  gerek  sivil  insanlar  olsun ekmek yapımı  için süpürge tohumunu kullanmışlar  ve belli  bir süre  açlıklarını  gidermişlerdir.

  



    
     Balkan savaşları  neticesinde  ;  resmi  rakamlara  göre şehit olan asker sayısı  300 bini bulmuştur , bunun   yanı sıra Saray içinde açlıktan  20 bin civarı sivilin  öldüğü  bilinmektedir. 


     Şehr-i  Edirne  , bünyesinde  barındırıdığı tarihsel  yapısı  dolayısıyla  unutulmaması  gereken yerlerden biridir.  Ve  halen  keşfedilmeyi  bekleyen bir çok  tarihi  dokusunun  olduğuna da  eminim.  

     Ne  diyordu   şair  ?  

    " Edirne kal'asıdır gördüğün hisar-ı mehib 
       Şu zirvesinde biten simsiyah ağaç da  salib 
       Murad-ı evveli koynunda  gezdiren  tepeler 
       Nasıl  rüku  ediyor  Ferdinand'a  bak  bu  sefer 
       Bizim midir sanıyorsun şu  yükselen  bayrak ?
       Çeken Savof , Lala Şahin değil kuzum ,  iyi  bak ! 
       Edirne !  İşte o  islamın ahenin  nuru
       Edirne  !  İşte  o  şarkın cebin-i mağruru
       İkinci asr-ı  tealisi Al-i Osman'ın 
        Birinci  mevki-i feyyazı belki   dünyanın
        Edirne  !  İşte  o  şarkının demir kilidi 
        Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi
        Muzaffer  ordusu  hakkıyla (!)  intikam alıyor 
        Kadın , kız , çoluk ,  çocuk erkek  ne bulsa parçalıyor 
        Bu  katliama da  razıyım ihtiram  olsa 
        Harim-ı dini de  geçtikharim-i  namusa 
        Şu  dört  minareli cami  ki yoktur hiçbir eşi
        Ki  parlıyordu  hilalinde  sanatın  güneşi
        Salibi  sineye çekmiş de  bekliyor  Nevmid  "
                    
                                                Mehmet   Akif   Ersoy  



   Saygılarla ..
  







       


     


  





16 Haziran 2014 Pazartesi

" Doğayı Koru ! "



 Nedir bizdeki bu hayvanları küçümseme algısı , birisine küfredeceklerse bile küfürlerimizin sıfatları çoğu kez birer hayvan ismi nedense : 

 * Balık hafızalı *     * Kuş beyinli *   * Maymun suratlı *       * Eşşek herif *   * Hayvan herif *    vesayre vesayre .. 

Sahi nerede kaldı bir karıncanın ya da bir arının çalışkanlığı ? Ormanları kükreten aslanların kahramanlığı nerede ? 
Karınca yuvalarını örten betonları biz yaptık . " Yol Medeniyet " ti , yaşlı bir Roma kralı söylüyordu bunu ; üstelik bi gözü toprağa bakarken ,kendisiyle çelişerek .. Bunun için toprak ile aramıza set çektik , köstebek katilleriyiz yani anlayacağın.. Ormanların kralı ise Lafonten masallarından ibaretti artık , hayvanat bahçesinde müebbet yatan bir suçlu gibi bakıyor bize parmaklıklar arasından..


Sözde sevgisini kanıtlamak isteyen insanlar , tabiatın bir sevgilisini hiç düşünmeden feda etmekte ; papatyalar ,güller .. ve arıları yarsız bırakmak , balsız bırakmak demekti kahvaltılarımızı , geç anladık ! Onların büyük dünyalarını küçük tütsülerimize hapsettik , emekleriniyse kavanozlara boy boy , bir markette bilmem ne kadar alışverişin yanında bedava ya da xxx karta indirimli hafta sonları ..


Doğayı tümüyle tahrip ederek küstürdük kendimize . Kutup ayılarının vatanlarını parçalayan bir teröristtik artık , buzullar eridikçe ..
Şimdilerde fareler , bir parça peynir için bilimin fahişeliğini yapmakta ; ama yine de kutsal bir müessese ; biz insanlar için , pardon biz hayvanlar için ! 

Tarihte At



Tarihte  At   :

Atın evcilleştirilmesiyle birlikte dünya savaş tarihinde çok büyük değişim ve gelişimler olmuş , dünya harp tarihi farklı boyutlara ulaşmıştır. Hızı ve çevikliğiyle savaş esnasında büyük fark oluşturan atlar , aynı zamanda tarihte iz bırakmış büyük komutanların çoğununda en yakın dostları olmuşlardır  : 




Yunan Mitolojisi'nde Kanatlı At    :    Pegasus 

Büyük İskender'in                 atı     :   Bukafalos

Hz. Muhammed ' in  ( Sav )   atı     :   Burak

Hz. Ali 'nin                              atı     :   Düldül

II.Mahmut'un                         atı     :    Menekşe 

Mustafa Kemal Atatürk'in    atı     :    Sakarya

Napolyon Banopart'ın            atı    :    Marengo 


Amerika  Tarihinde  At :

Amerikanın keşfinden 1492'den  önce bölge halkı atı  evcilleştirmiş durumda  değil . İspanyol  ve  Portekizlilerin  yeni  keşfettikleri  bu  kıtanın  coğrafyasını , uç bölgelerini  daha iyi ve daha hızlı tanıyabilmeleri  için Amerika kıtasına atlarını  getirmişler ve Amerika kıtasında atın serüveni  başlamıştır.



Türk  Tarihte  At   :

Genel itibariyle  atın Türkler tarafından evcilleştirildiği bilinir. Aynı zamanda Türk tarihinde at, hem savaşlarda olmak  üzere  sosyo - ekonomik  hayatta çok önemli bir yere  sahiptir. 

Bilindiği  gibi tarihsel  süreklilik  içinde  günümüze değin gelen bazı atasözleri dönemin algılarını bize yansıtabilir. 

** At , Avrat , Silah .. **  atasözünde  olduğu gibi , Türklerde at bazen birçok şeyden önce gelmiştir. Bir çok Türk'ün  öldüğünde atıyla birlikte gömüldüğün kalıntıları günümüze değin gelmiştir. 

 Eğer tarihte  at  evcilleştirlmemiş olunsaydı , belki de  bugün  dünya  tarihini  bambaşka  okuyacaktık , bambaşka galibiyetler ,mağlubiyetler ,ittifaklar veya müttefikler.. Bambaşka  olacaktı , ve o  komutanlar da ..




Ne  diyordu  şair ?  

" Ve  o güzel  insanlar ,  o  güzel  atlara  binip  gittiler ..  "


  
Saygılarla ..






15 Haziran 2014 Pazar

Satrancın Tarihçesi Hakkında Bir Deneme

Satrancın  MÖ 6. yy'da Hindistan'da  ortaya  çıktığı bilinmektedir. Onu izleyen  yüzyıllarda  önce  Asya'da  olmak  üzere  daha  sonrasında  Avrupa  ve  diğer  kıtalarda da  yaygınlaşacaktır.

Aslına  bakılırsa ;  satrancın kökeni  hakkında  tarih  boyunca çeşitli tezler ve  düşünceler ileri  sürülse de genel olarak Hindistan merkezli Asya kıtasında   ortaya çıktığı  var sayılmaktadır. Peki bu yargılara  nasıl ulaşabiliyoruz ? 
Bana göre satrancın  ortaya çıktığı yer hakkında en  önemli ip uçlarını satrancın taşları  vermektedir.Şöyle ki : satrancı icad eden insanlar , çevrelerinde gördükleri  bir takım nesneleri fügürsel şekilde oyunlarına monte etmişlerdir. Özellikle  * Fil *   ve *At * Asya  kıtasında  yaygın  olarak  mevcut  bulunan hayvanlardır.  Tarih boyunca  Hint  ve Pers orduları en  büyük zaferlerini ordularında  bulunan  devasal boyuttaki  filler  ve süvari atlılar  sayesinde  kazanmışlardır.  Eğer satrancı Hintliler  değil de İskandinav insanları icad etmiş olsalardı,  at ve  fil  gibi  taşların etkin  olması   yerine  * Ren Geyiği *  veya * Fok Balığı *  olabilirdi ya da  Arabistan'da  * Deve * ,  Avustralya  kıtasında * Kanguru *  .. 

Aslında satrancın ortaya ilk  çıktığı dönemlerde en  önemli  işlevi ; düşüncelerle savaş  stratejilerini  geliştirmekti  :   * Kale * savunmanın olmazsa  olmazı ,   saldırı da  en  ön saflarda  bulunan piyada askerler (piyon) , atlı  süvariler (at) , devasal boyutta savaşçı Asya filleri (fil ) , komutan (vezir )  ve kral (şah).. Tipik bir Hint ordusunun  figürlerinin yansımasıdır satranç aslında .. Ömrünün büyük bir kısmını denizlerde savaşarak geçirmiş olan  bir Vikingliye  göre  ordusunda  filler  , atlar  bulunduran  bir  oyun   ne ifade  eder bilmiyorum  ama  eğer  satrancı  Vikingler icad etseydi   satranç  tahtasında   at ve  fil  gibi hayvan figürlerinin  olmadığı  ,  piyonların  ise  yerini korsan  figürlerine  bıraktığı  bir  oyun  olabilirdi ..

Tarih  boyunca satranç oyunu zaman zaman büyük değişimlere  uğradığı  görülsede çok  fazla tutmamıştır ,  mesela Timur Devleti'nin  kurucu Timur Han'ın çok  sevdiği bir  oyun  olan satranç  üzerinde  değişiklikler yaptığı bilinmektedir.


       Timur ;  değişimler  yaptığı satrancına : Deve  ve  Zürefa  hayvan  figürlerini de eklemiş ve  oyundaki  taş  sayısını  arttırmıştır. Akabinde bu tarz bir satranç tarihe *Timur Satrancı *  olarak geçmiştir. Timur'un 1370 yılından itibaren  Irak, İran ve Suriye bölgesine  karşı  yaptığı  seferlerle  düşman ordularında  çok  sayıda savaşçı deve  görmüştür , bunun  üzerine satrancına  deveyi  figürünü de  eklemiştir. Zürefa  fügürüne  gelince ;  Farsça bir  kelime olarak Türkçe'ye geçtiği  için bölge  halkının yakinen  bildiği bir  hayvandır ,her ne kadar  Asya bölgesinde pek  zürefa  yaşamasa da Timur Han'a  yabancı  elçiler tarafından hediye  olarak zürefa getirildiği rivayetler  edilmektedir. Timur'un  bu  hayvanı sevdiğinden mi yoksa ilginç  bulduğundan mıdır bilinmez zürafa figürünü de oyununa dahil  etmiştir.

     Sonuç  olarak  şunu  unutmamalıyız ki  tarihte rol almış büyük  düşünürlerin çoğu , aynı  zamanda çok  iyi  birer satranç  oyuncularıdır .  Ve  onlar şunu  biliyordu ki ; iyi bir satranç hamlesi için taşı hareket ettirebilecek  asıl  gücün  bir elin  parmaklarında değil , mukayeseli bir aklın  düşüncelerinde olmasıydı ..

                                                                                                                                          Saygılarla ..